Çanakkale’nin Tarihi

Çanakkale, gerek dünya savaşına şahit olmuş tarihi yüzü, gerekse de doğayla olan dostluğunu korumayı başarmış kentleşmesiyle Türkiye’nin önemli tarihi şehirlerinden birisidir. Çanakkale şehir merkezine bakıldığında iki farklı bölüm görülür.

İlk olarak arnavut kaldırımlı dar sokakların olduğu tarihi bölümdür. Çimenlik Kalesi, Aynalı Çarşı, Han Kahvesi ve çeşitli diğer tarihi mimariler burada bulunur. Bu bölümdeki Çimenlik Kalesi boğazın en dar konumuna yerleştirilen 2 kaleden biridir. 1462 yılında Fatih Sultan Mehmet döneminde boğazın güvenliğini korumak amacıyla inşa edilmiştir. Çimenlik Kalesi’nin karşı kıyısında Kilitbahir Kalesi bulunur.

Modern Çanakkale dediğimiz kısım da ise meşhur kordon boyu ve yerleşim yerleri bulunur. Kordon boyunda bulunan Truva Atı yaklaşık 10,000 yıllık bir tarihin semboller. Buradaki sembolik at heykeli 2002 yılında çekilmiş Truva isimli filmde kullanılan atın kendisidir. Film çekimleri bittikten sonra bu tarihi sembol Çanakkale şehrine hediye edilmiş ve sonraki nesillere aktarılmak üzere kordona yerleştirilmiştir. Çanakkale’yi bu kadar önemli yapan asıl gerekçe I. Dünya Savaşı’na ev sahipliği yapmış ve her bir metrekaresinde şehitlerimizin kanıyla sulanmış topraklarıdır. I. Dünya Savaşı’nın Çanakkale cephesi Gelibolu yarımadasında meydana gelmiştir. Bu bölgenin her bir karışında ülkemizin bugünkü günlerine gelmesini sağlayan kahraman şehitlerimizin izleri bulunur. Savaş sırasında yaklaşık 252,000 askerimiz burada şehit olmuştur. Düşman cephesinden de yaklaşık 250,000 asker hayatını kaybetmiştir.

ECEABAT’IN TARİHİ

Sestos (Akbaş), Koila (Kilye), Madytos (Maydos), Kynossema (Kilitbahir) gibi eski Anadolu uygarlıkları merkezleri ile geçmişi anlatılmaya başlanılan Eceabat ilçemizin tarihçesini, birkaç satırda anlatabilmek oldukça zor. Eceabat, M.Ö.VI. asırda İran egemenliğini görmüş, M.Ö.334’de İskender’in ordularına M.Ö.191 yılında Romalıların, Boğaz’ı geçtikleri sıralarda çeşitli olaylara sahne olmuştur. M.S. 1204 yılından itibaren Venediklerin, Cenovalıların çatışmalarına sahne olan Eceabat, 1311 yılından itibaren Türkler için de ayrı bir önem arz etmeye başlar. Bu dönemde, Türkmen aşiret başkanları Melik İshak ve Halil Ece’nin şahadetleri, antik Eceabat topraklarının Türkmenlerin bir yurdu olması için önemli bir sebeptir… Türkler, kanlarını döktükleri toprakları artık vatan bilmişlerdir. Örf ve adetlerinin bir vecibesi olan, atalarının mezarlarını düşmana çiğnetmemek tutkusu işte bu tarihlerden sonra kendisini Eceabat’ta da gösterir…